Eski camileri severim. Özellikle taştan olanları… Dinlenir; huzur bulurum. Geçen asırlar boyunca taşın ruhuna işleyen nefesleri ve törpülenen nefisleri duymaktan zevk alırım. Taşlarda oluşan yıpranma ve oyuklar bana geçen yılları ve nefesleri hatırlatır. O zeminlere konan elleri, alınları, dizleri hatırlarım. Huzur bulurum.
Cami avlusunda çınarları severim. Mezarlıklarda inceden çekilmiş elif gibi göğe uzanan selvileri; 360Heros alperenlerin türbelerindeki çamları severim. Arasam bulurum yüzlercesini. Ama gereği var mıdır, sorarım, kendime? Sebebi bulmamın veya bulmamanın önemi yoktur zaten. Çınaraltına oturup içtiğim bir bardak çayın, selvi gölgesinde oturup kuran okuduğum mezarlığın, dağın tepesindeki çam ağacının altında dua ettiğim türbenin bana verdiği huzuru, modern hayatın hiç bir özelliği sağlamaz bana…
Merzifon’daki Paşa Camiinin yapılış tarihi 1699’dur. Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Birkaç kez restorasyon görmüştür. En son yaklaşık 10 yıl önce yapılan plansız yenileme çalışmasında çirkin görüntüler ortaya çıkmış olsa da hala huzur verir bana…
Şadırvanı yapılışı ile yaşıttır. Şadırvan kubbesinde kuşatmayı anlatan minyatürler bulunur. Kimileri minyatürlerin İstanbul’un fethini anlattığını söylerken kimileri de, II. Viyana kuşatmasını anlattığını iddia ederler.
Paşa Camiinin avlusunda iki adet çınar ağacı bulunur. Ben kendimi bildim bileli oradadırlar. Sanki hiç değişmediler. Hep bir tarafları çürümüştür; diğer taraflarından yeşil yapraklar çıkar.
Gölgeleri camiin avlusunu kapsar. Serinlik verir. Sıcak yaz günlerinde nam az kılanlara gölge olur; kanad gererler.
Geçen hafta yine oradaydım. Bir cenaze namazı için orada bulunuyordum. Yaşlı eski tanıdıklarla sohbet ediyorduk. Söz çınarlara geldi. Çok yakın zamanda yıldırım düştüğünü söylediler. Meraklandım. Yakından baktım. Gerçekten de her iki çınarın gövdesinde çürükler vardı ve gövdelerin çok büyük kısımları kurumuştu. O halleriyle çok yakın zamanda yıkılıp gitmeleri kaçınılmaz olacaktı. Üzülmemek elde değildi. 300 yılı aşan sürede yetişen çınarlar yok olacaktı.
Derken bir şey dikkatimi çekti. Daha doğrusu iki şey.
Yakın zamanda yıldırım düşen ve ciddi şekilde yanan (kuruyan) çınar ağacı hem ana gövdesinde hem de yan kökünden sürgün veriyordu. Yanındaki büyük çınarda ise gövdenin yarısından çoğu kurumuş, ancak o kuruyan gövdeden süren Ayin bir dal yeşilliği sürdürüyordu. Dahası kökünden süren eski bir sürgün (belki 15-20 yıllık) esas çınar ağacının yerini almış aynı gölgeliği sağlıyordu.
Çınar ağaçlarım kurumamıştı. Köklerinden gelen sürgünler yine yaşıyorlardı.
Aklıma eski bir söz geldi: “Oğul hey! Sen bizi dere kenarında salkım söğüt mü sandın, Her rüzgara eğilelim, her ateşe yanalım? Biz çınar ağacıyız. Yüzlerce yıl yaşarız.”
Paşa Caminin çınarları, bu devletin-milletin yıkılacağını söyleyenlere ibrettir. Sevdalılarına selam olsun.