(İthafı, evlerinin direği olan, ulu çınarlar gibi etrafına kol-kanat geren, hep ayakta olan, ayakta ölen analarımıza ve hatunlarımızadır.)
Türk-İslam kültüründe kadın özel bir yere sahiptir. Ataerkil aile (soyun babadan devam ettiği) yapımıza karşılık; analar ve dolayısıyla kadınlar sosyal hayatımızda çok özel konuma sahip olmuşlardır. Kadın-erkek eşitliğinin söz konusu olduğu binlerce yıllık tarihimiz içerisinde, acıdır ki, 1500’lü yıllardan sonraki 400 yıllık dönemde, “cennetin ayaklarının altına serildiği” analarımız, İslam’ın özüne ve Türk kültürüne aykırı olarak, ikinci sınıf insan konumuna itilmişlerdir. Arap kültürünü esas alan Emevi anlayışının İslam adına milletimize dayatılmasının sonucu olan bu durum acıdır ki, hala etkilerini devam etmektedir.
Maçoluğu erkeklikle özdeşleştiren ve dahası kadını hayat arkadaşı değil de evin bir unsuru ve hatta eşinin malı gibi gören anlayış, sessiz ve ezilen kadın tiplemesine yol açmıştır.
Şüphesiz, bu durumun tam karşıtı olarak feminist hareketler, özgür kadınlar, babasız çocuk doğuran kadınlar da bulunmaktadır. Ancak bunlar marjinal gruplardır ve toplumun genelinde kabul görmemektedirler.
Toplumsal yapımızda kadın, evine “alıyla girip, salıyla çıkan”dır. “Yuvayı yapan dişi kuş”tur. “Her başarılı erkeğin ardında bulunan”dır.
Eski bir kitapta okuduğum tanımlama, Anadolu kadınını tarif için “cuk” oturmaktadır: “Anadoluda kadın, bebekliğine doymadan çocukluğa, çocukluğunu yaşamadan genç kızlığa, genç kızlığını anlamadan kadınlığa, kadınlığını yaşamadan anneliğe, anneliğinin tadını alamadan neneliğe, torunlarını büyütemeden toprağa giren varlıktır.”
Evinin, çocuklarını ve eşinin kölesi olan kadınlarımız her türlü sıkıntıyı sessizce kabullenirken, yalnızlığı, sabrı ve tevekkülü yaşarlar. Eşim dediği kişiden destek beklerken, hak etmediği davranışları karşısında sessizce içine kapanmayı tercih ederler. (Gerçi şimdiki genç kızlarımızın bir çoğu yıllar süren aşk-meşkten sonra evlendiklerinin haftasında “ben bu kahrı çekemem deyip” boşanmayı tercih ediyorlar; o da ayrı bir komu…)
Bu gün size 3 can dostum- arkadaşımın cennetlik olduğuna inandığım hanımlarından bahsedeceğim. İsimlerini vereceğim dostlarımı bir çoğunuz tanıyacaksınız. Yakın dostluları süresince hanımlarına davranışlarına yakinen şahit oldum. Burada yazacaklarım kendilerine, eşlerinin yanında (bacılarım-yengelerim) –yüzlerine karşı söylediğim sözlerdir.
Öncelikle Ahmet B. ve eşi Gülay B.
Son derece hareketli, gözünü budaktan, lafını kraldan sakınmaz bir delidir, bizim Ahmet Hoca. Yatıp, çıkmışlığı vardır. 1980 öncesinde Tarkan Ahmet olarak tanınır. Adam gibi adamdır ve lakin delidir. (Buradaki delilik velilik çizgisindendir ve dahi Horasan Melamiliğinin izlerini taşır.)
Eşi-bacımız Gülay, sanatçıdır. Hemi de epey bi sanatçıdır. Ressamdır. Sergiler açmıştır. Halen Hoca’nın ameliyatı nedeniyle hastanede bulunmaktadırlar. Hasta yatağındaki Hoca’nın, Gülay Bacı’ya yaptıklarını kelimelerle anlatmak mümkün değildir. Öyle bir eziyet ki cehennemde zebaniler bile yapmaz. (!) Adam hanımından isteğini argo kelimelerle söylüyor. Böyle bir eziyet çeken kadına, öte dünyada cehennem azabı olmaması gerekir. Herhalde mizan defteri açıldığında bu dünyada çektikleri mahsuptan düşüldüğünde (?) doğrudan cennete gidecektir.
Kaldı ki bu yazıyı yayın öncesi okuttuğum Gülay Bacı, “Abi, Bunlar senin gördüklerin. Gerçeğin milyarda biridir.” dedi.
Bir cennetlik kadın daha. Bir adam bu kadar mı huysuz olur? Bu kadar mı geçimsiz olur. (?) Kadıncağızın çekmediği sıkıntı kalmadı. Sadece O mu? İster inanın ister inanmayın benim kafamın kelleşmesinin sebebi de Mehmet’tir. Bana bunu yapanın eşine ne yapabileceğini siz düşünün. Beş vakit namazında niyazında olan Fahriye Bacı’mızın doğrudan cennete gideceğine eminim. Bu dünyada çektikleri mahsupta düşünce, O’na da cehennem azabı olmayacağını tahmin ediyorum.
Amasya’dadırlar. Aslen Zile’lidir. Huysuz-geçimsiz ve kendi kendisi ile kavgalı adamın tekidir. Naile Bacı’nın erken yaşta saçlarının ağarmasına sebep olmuştur. (!) Az çekmedi kadıncağız, Turhal’da, Amasya’da.
……….
Buraya kadar iyi kötü bir şeyler ifade etmeye çalıştık. İnşallah her üçü de doğrudan cennete giderler. Ama endişem o dur ki: Ya bizim deliler cehennemde cezalarını çektikten sonra cennete gittiklerinde yine bizim bacıları bulularsa… (Bazı hocalar karı-kocaların cennette de birlikte olacaklarını söylüyorlar ya ) …
Bizim deliler bacılarıma cenneti de cehenneme çevirirlerse ne olur? Eyvah ki, eyvah….
……..
Son not: Her üçü de bu düşüncelerimi aktardığımda, “Bizim hanımlardan önce seninki cennete gider” diyorlar.
Şüphesiz, gerçeği Allah bilir.
…………….
Bu yazının yayınlanmasından sonra, Sayın Osman Kara telefon ederek, kendi hanımının da cennetlikler grubundan olduğunu; keza Sayın Necmi Akkoyunlu’nun da, “hanımının cennetlik olduğunu” belirttiğini söylemiştir.
Eminim bacılarımızda cennetliktir. Sayın Kara ve Sayın Akkoyunlu da şüphesiz deliler-veliler grubundandırlar.
Ancak kendilerinin bu kadar feveran etmeleri, akla ya light olduklarını veya yengelere karşı yamuklarının olduğunu düşündürmüştür. Tüm dostlarımızın bilgilerine sunarım.