İftiralara cevaptır!

“İnneddine indellahil İslâm”

Mustafa Genç’in iftiralarına cevaplar:

Samsun’da münteşir “Haber” adlı gazetede Mustafa Genç adlı köşe yazarı dört gün , “Türkçülük, Kürtçülük ve Milliyetçilik” başlığı altında yazdığı yazılarda Türklüğe ve Türkçülüğe hakaretler yağdırdı. -Her ne kadar başlıkta bulunsa da, Kürtçülüğe hiç dokunmadı. 50-60 yıl önce camiamızı yıpratmak için kullanılan asılsız suçlamaları daha da artırarak gündeme getirmeye çalıştı.

Ne Müslümanlığımızı, ne Türklüğümüzü ne de Türkçülüğümüzü kimseye ispatlamak gibi bir arzumuz-mecburiyetimiz yoktur. Ancak, camiamıza yöneltilen art niyetli suçlamalar hakkındaki görüşlerimizi belirtmek te, görevimizdir. (Gri yazılar, söz konusu yazarın ifadeleridir. Cevaplarımız siyah renkli yazılmıştır.)

Birinci Yazı:

150 yıla yakın bir zamandır Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’sinin gündeminden düşmeyen önemli kavramların başında Türkçülük, Kürtçülük ve Milliyetçilik gelmektedir. Kolay istismar edilebilen bu kavramlar günümüzde de oldukça güncelleşmiş bulunmaktadır. Türkiye’deki siyasi çekişme ve kavgaların odağında yer almış bu kavramları açıklamakta yarar vardır.

Türkçülük, ağırlıklı olarak Tanzimat’tan sonra ortaya çıkarılmış kurtarıcı yabancı-gayri milli ideolojilerden birisidir. Çünkü Türkçülük akımı, Osmanlı’nın sınırları dışında yabancılar tarafından ortaya atılmıştır.

Dakika 1, gol 1. Türkçülüğün kökeni, ne Tanzimat’a, ne de yabancılara dayanır. Yazılı kaynaklara göre en az 1250 yıllıktır. Bu hükmü verebilmek için, Türk Kültür tarihini azıcık ta olsa bilmek ve art niyetli olmamak gerekir.

Amacı ise Osmanlı’nın sınırları içinde bulunan Türk olmayan unsurları ayaklandırmak ve ayırmaktı. Örneğin, Türkoloji alanında çalışan yabancıların etüdünü yapan Hüseyin Namık Orkun, Türkoloji’nin babası olarak Fransız josephe de Guiones’i gösterir. Bu alanda Almanya’da, İsveç’te, Rusya’da, Finlandiya’da, Avusturya’da, Lehistan’da ve  Polonya’da çalışanların adlarını verdikten sonra, bunların sayesinde Türkçülük akımı doğduğunu söyler.

Sapla samanı karıştırmamak lazım. Türkçülük ile Türkoloji aynı kavramlar değildir. Türkoloji alanında çalışan, Türk veya Türkçü olmayan sayısız bilim adamı vardır. Hatta, komünistler bile vardır. Sizin referans seçiminizdeki temel esasınız Türk ve Türkçü düşmanlığı olmuş. O kadar ki, Ziya Gökalp’i bile okumamışsınız.

Türkçülüğün içte yayılmasına çalışan ilkler de Türk olmayanlardır.

Örneğin; Tarih araştırmalarıyla Türkçülüğe katkı sağlayan aslen Polonyalı (daha sonra Lehli) olan Mustafa Celaleddin’in asıl adı Constantin Borgenski olup papaz okulunda öğrenim görenlerdendir.

Costantin Borgenski, Arminuıs Vambery,  Abdullah Cevdet, Moses Cohen ne zaman Türkçü oldular?

Bir başka örnek de Şemseddin Sami ve Ziya Gökalp’dir.

Yine Türk Yurdu Mecmuasının 184. Sayısında bir haberde Turan ve Türklerle ilgili Budapeşte’de üç cemiyetin kurulduğundan söz edilir. Bu habere göre “Fahri Başk. Dr. Arminiyus Vamberi (meşhur müşterik Reşidefendi), fiili Başk. ise yine müşteşrik Dr. Miserus Efendi’dir” denilmektedir.

Budapeşte neresidir? Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun şehri. Macarların kökeni nedir? Hungaria, Hunlardan gelmektedir. Macarların kökeni Hunlara (Türklere) dayanmaktadır. Macarlar Turan kökenli olduklarını savunuyorlarsa, siz niye rahatsız oluyorsunuz ki?

Türkçülük, Osmanlı’nın kurulu sistemine karşı ortaya çıkmış, bazıları Yahudi olmak üzere  Batılılar tarafından teşvik edilmiş, memleket  sorunlarına gayri İslami çözümler öneren bir ideolojidir.

Türkçülüğü Yahudiler mi teşvik etmiş? Gökalp, gayri İslâmî çözümler mi önermiş?

Saçmalamayın. 19. yy sonlarında Avrupa’da doğan sosyolojik akımlar ve Orta Doğu’daki yansımaları üzerine ne dersiniz acaba? Var mı, bu konuda, bir fikriniz?

Niyazi Berkes, Türk ulusculuğu fikrini ortaya atan şu Yahudi isimleri veriyor:  “Lumley Davids, Leoncahur, Arminius Vambery, Emmanuel Carasso Moses Cohen, Abraham calanti”

Niyazi Berkes’in bu isimleri vermesi, O’nun fıtratının sonucudur. Mustafa Genç’in gösterdiği bu referans, Niyazi Berkes’le aynı yolda olduğunu gösteriyor. Keşke, Niyazi Berkes’e ayırdığı zamanın onda birinde, Gökalp’in  kitaplarına göz gezdirseydi. Kul hakkı yememiş olurdu.

Bilindiği gibi geçen yüz yılın başından beri Türkçülüğün fikir babası kabul edilen Ziya Gökalp’in en önemli fikir babalarından kabul edilen Moses Cohen, Dr. Abdullah Cevdet ce Dr. Yorgi gibi isimler ne Müslüman ne de Türktür.

Haydaaa… Kendimi en az 45 yıllık Türkçü olarak bilirim. Ziya Gökalp’in bu yeni(?) fikir babalarını ilk defa duyuyorum. Bunlar, tarihçi veya sosyolog olup temel felsefe olarak Türkçülükle hiçbir alakaları yoktur. Siz, Niyazi Berkes’ten Türkçülük öğrenirseniz; Abdullah Cevdet’e de, “Türkçü” derseniz, bu hatalar kaçınılmaz olur.

İkinci Yazı:

Her şeyden önce Ziya Gökalp’in fikirleri İslam dininin temel ilkeleriyle her zaman çelişmiştir.

Onun, “Bir devlet ki hukukunu kendi doğurmaz,

Kanuna “ gökten inmiş, değişemez” der;

O asla bir devlet değil, müstakil durmaz,

Değişmeyen bir varlığı taşıyamaz yer!”

dizeleri, vahye bakışını ortaya koymaktadır. Kur’an’ın ve ezanın da Türkçe olmasını isteyen aile, hukuk, miras, evlilik ve ahlakla ilgili İslami ilkelere aykırı şiir ve yazı yazmaktan çekinmemiştir.

İşte  böyle bir adam Türkçülüğün fikir babası olmaktadır.

Mesele burada, işte. İslamiyet, fıkıh ve şeriat konusunda kahvehane hatibi düzeyinde konuşabilecek kişilerin, Ziya Gökalp’i değerlendirmesi böyle olur. Şeriat (İslam Fıkhı), tamamen vahy midir?

Maturudi’yi, Eş’arî’yi bilmeyen; fıkhın temel dayanaklarından habersiz ve Emevî İslâm anlayışını “din” diye yutturmaya kalkan kişilerin yorumu, ancak bu kadar olur. Maturidilik, Eş’arilik, bildiğiniz gibi itikadî mezheplerdir, hayat felsefesinin oluşmasını sağlar.

Soruyorum: Din adına vâz edilen kuralların hepsi “vahy”e mi dayanmaktadır? Fıkıhta bulunan ve Arap-Fars örf adetine dayanan kuralları da aynen kabul mü edeceğiz. Size göre, Müslüman olmak için, entari giymek ve fıskıye ile taharetlenmek şart mı? Kara çarşaf şart mı? Erkek veya kadın evinde çıplak namaz kılabilir mi?

Fıkıh, önce vahye bakar, vahiyde bulamazsa sünnete bakar, sünnette de bulamazsa, İslam’ın genel kurallarına ters düşmemek kaydıyla kıyasa, icmaya bakar, örfe-adete-geleneğe bakar. Hiç birinde bulamazsa içtihad der.

Bu milletin 1000 yıl uğrunda canını, malını feda ettiği dinine karşı olduğu gibi birliğine de karşı çıkmış ve Türkçülüğü benimsemesindeki amacının da bu olduğunu itiraf etmekten çekinmemiştir.

Ben ne bütün hayatımca okuduğum kitaplarda, ne de sizin bu yazdıklarınızda, Gökalp’in, dine karşı olduğunu gösterir bir ifade görmedim. İddia sahibi olarak siz, gösteremezseniz bir camiaya iftira atıyorsunuz demektir. Türkçe ezan görüşü “dine karşı olmak” değil, zamanın şartlarında ifade edilmiş bir fikirdir. Gökalp daha sonra bu görüşünü tekrarlamadığı gibi, Türkçü Camia da savunmamıştır.

Aşağıdaki ihanet ifadeleri Ziya Gökalp’e aittir.

“TÜRK KAVMİ MEVCUDİYETİNİ İDRAK EDER ETMEZ, ARAPLARIN TERAKKİ İÇİN HAKİKİ İHTİYAÇLARININ NE OLDUĞUNU ANLADI. KÜRTLERİN, ERMENİLERİN İHTİYAÇLARINI DA ANCAK BU YENİ HİSSİN NURU İLE GÖREBİLECEKTİR.” (Türk Yurdu Mecmuası c.4.s.758,98,805)

Bu ifadenin neresi yanlış. Zamanın şartlarına uygun olarak, millî olmadan beynelmilel olunamayacağını ifade eden bir söz. Bu ifadeye ihanet demek için, nasıl bir kafa gerekir; anlamakta güçlük çekiyorum. Tek izah tarzı kendini Türk hissetmemek olabilir.

“Şimdi Kürtçülük de nedir?” diye soruyoruz.

Yıllarca devletin resmi politikası haline getirilmiş Türkçülüğün fikir babalarından Ziya Gökalp bunun cevabını veriyor:

Atalarımız “Bu ırmak neredendir. Bu seremdendir” demişler ya!

İşte Kürtçülüğün kökleri.

Irk temeline dayalı ayrıştırıcı Türkçülük, bugünkü olayların ve terörün de aynı zamanda kaynağıdır.

Akıl, fikir ve izan fukarası hastalıklı bir beyinin hezeyanları …. Bir gram akıl, beyin ve iz’an sahibi böyle bir ifade kullanmaz. Kaldı ki teröristlerle işbirliği yapmak, destek vermek: Hayır, o, asla bizim tavrımız değil. O durumu görmektense ölmeyi tercih ederiz.

Ancakkk: Siz alışkınsınız: Ülkücüler, nezarethanelerde- hapishanelerde sizin gibileri namazlarını rahat kılsınlar diye korumaya alırken, bölücü ve teröristlerin kollarına girdiğinizi unutmadık.

Artık bazı şeyleri siyasi hırslardan ve günübirlik kaygılardan uzak konuşulma zamanının geldiğini ve de geçmekte olduğunu düşünüyoruz.

Bizler durduğumuz yeri ve bakış açımızı belirlemek zorundayız. Bu işin şaka tarafı yoktur.

Sizin ve sizin gibilerin durduğunuz yeri ve bakış açısını belirlemenize gerek yok. Biz zaten biliyoruz. 60 yıldır tartışılan ve çoktan bitmiş olan bu tartışmayı niye açtığınızı da biliyoruz.

Sağ camida böyle bir tartışmanın gereği var mıydı? Bu tartışma kime yarıyor. Yıllardır aralarında sürtüşme olmamış iki camianın arasını açmanızı, sizden kim istedi? Kime yaranmak gayretindesiniz?

……………..

Üçüncü Yazı:

Müslüman için Kur’an-ı Kerim’de ve ‘Sünnet’te açıkça belirtilmiş her şey doğru ve tartışılmazdır. Müslümanın aksi bir tercihi olamaz.

Madde 1. Rasûlullah (s.a.s.)’a soruldu: “Kişinin soyunu, sülâlesini (kavmini, ulusunu) sevmesi asabiyet (kavmiyetçilik, ırkçılık) sayılır mı?” Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: “Hayır. Lâkin kişinin kavmine zulümde yardımcı olması asabiyettir/ kavmiyetçiliktir.”(Ahmed bin Hanbel, 4/107, 160; İbn Mâce, Fiten 7, hadis no: 3949) Türkçülüğe kavmiyetçilik derseniz, Hz. Osman’ın ki ne oluyor?

Madde 2. Hangi hadis ne kadar sahih? Bu kararı kim verecek? İşinize geleni kabul edip; gelmeyeni görmezden geleceksiniz. Bu mu, Müslümanlık? “Ameller niyete göredir” anlamına gelen Hadis-i Şerifi nasıl açıklıyorsunuz? “Benin ashabım gökteki yıldızlar gibidir….” diye her camide tekrarlanan Hadis sahih mi?

Söz konusu kavramların tartışıldığı ülkenin nüfusunun % 98’inin Müslüman olduğunu hesaba katmamız gerekir. Çünkü bu ve buna benzer kavramların şekillenmesinde insanların sahip olduğu inancın etkisi kaçınılmazdır.

Kur’an-ı Kerim’de kavim kelimesi 387 yerde geçer. Genelde soy-kan bağı ile birbirine bağlı toplulukları ifade eder.

Örneğin; Firavun, Hz. Musa, Hz. Lut, Hz. Nuh kavmi gibi.

Araplar milliyetçiliğin karşılığı olarak “kavim” kelimesini kullanırlar. Nitekim Fransız ihtilali sonrası ortaya çıkan “milliyetçilik” kavramı da bu anlamda kullanılmıştır..

Kur’an-ı Kerim’de “Millet” sözcüğü on beş (15) yerde geçer ve istisnasız “Din ve şeriat” anlamlarında kullanılmıştır.

Araplar “milliliğin” karşılığı olarak da “vatani- vataniyyun” kelimesini kullanırlar.

Kur’an-ı Kerim’de ümmet kelimesi 51 yerde geçmekte olup genelde bir imam (önder) etrafında toplanmış topluluğu ifade eder.

Son günlerde millet ve milliyetçilik etrafında koparılan fırtınalar, normalde Müslüman bir toplumda olması gerekenin üzerinde  ilgi görmektedir.

Onlarca ayet ve hadis-i şerifin bulunduğu bir konuda Müslümanların tartışması abesle iştigalden başka bir şey değildir.

Öncelikle, milletleşme olgusunun sosyolojik tarifini yapar mısınız? Bu konuda bilginiz var mı?

Araplar halen dahi milletleşmesini tamamlamamış bir feodal topluluktur. İbn-i Haldun Mukaddimesi’nde, “Arap, peygamberlik veya velîlikten, ya da genel anlamda dîne dayalı büyük bir etkiden yola çıkarak dînî bir boyayla boyanmaksızın, hiçbir güç ve iktidar oluşturamaz.”,

Siz kalkıp, Kur’an-ı Kerîm’deki bazı kavramları kendi kafanıza göre yorumluyorsunuz. Kur’an’da ayetlerin anlamını çarpıtarak, kitabımızda olmayan hükümleri ileri sürüyorsunuz.

Osmanlı’yı yıkan, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insanın ölümüne neden olan ve günümüzde de Türkiye’deki terörün kaynağı ırk esasına dayalı milliyetçilik, insanlık için bir felakettir.

Irk esasına dayalı en kuvvetli milliyetçi ve örnek Hitler ile Mussolini’dir.

Hastalıklı bir beyinin hüküm üstüne hüküm verdiği cümleler. Türkçüler ırkçı mı? Ziya Gökalp ırkçı mı? Gökalp’in, milleti tarif ederken ileri sürdüğü, “Gerçi atlarda şecere aramak lazımdır; çünkü, bütün meziyetleri içgüdüye dayandığı ve bunlar irsî olduğu için, hayvanlarda ırkın büyük ehemmiyeti vardır. İnsanlarda ise ırkın sosyal vasıflara hiçbir tesiri olmadığı için, şecere aramak doğru değildir.”sözlerini nasıl yorumlayacaksınız?

Irkçılıkla özdeşleşecek bir milliyetçilik ne İslamda ne de insanlıkta vardır.

Bu milliyetçilik ister Türk, ister Kürt, ister Arap, isterse de Fransız milliyetçiliği olsun, fark etmez.

Sn. Başbakan’ın “ayakları altına aldığı” ve  Peygamberimiz(sav)’in de “lanetlediği ve cehennemle müjdelediği” ırkçılık ve milliyetçilik budur.

Ve herkes bilir ki, Türk milliyetçiliğini ilk ortaya koyanlar ne Türk ne de Müslümandır.

Müslüman birine, daha da açığı Kelime-i Şahadet getiren birine, küfür ithamında bulunmanın dinî karşılığından haberiniz var mı? Siz kimsiniz ki, bu hükmü verebiliyorsunuz. Müslümanlıkta vaftiz makamı diye bir şey var da ben mi duymadım? Vaftiz makamı siz misiniz?

Gelmiş geçmiş tüm Türkçüler adına bizlere yönelttiğiniz bu suçlama nedeniyle size hakkımızı helal etmiyoruz. Eğer biz Türkçüler, inançsız isek ve dahi Müslüman değilsek, Cenab-ı Allah hepimizi Gayya kuyusuna atsın. Siz iftira ediyorsanız, yeriniz cehennemin dibi olsun. (Son 20 yıldır hiç kimseye beddua etmedim. Cenab-ı Allah, inancım için yaptığım bu kabahatimi affeder, inşallah.)

Konu ile ilgili Ayet-i kerime ve Hadis-i şerifleri gelecek yazılarımızda inşaallah vereceğiz.

Bu ülkenin İstiklal Marşı’nın yazarının bir Arnavut olduğu unutulmamalıdır.

Mehmet Akif’le kendini durumunu bir tutman kadar saçmalık göremiyorum. O, ödül karşılığı olduğu için İstiklal Marşını yazmayı reddetmişti. Siz……

Ya sabır!…

Bulanık suda balık avlamaya çalışmanın bir anlamı yoktur.

Çok doğru, balık tutayım derken küfre batıyorsunuz!

Bizim eski nesil Türkçüler, “Türklüğe ve Türkçülüğe saldıranlar özürlüdürler” derlerdi. Fikirlerinizi gördük ve anladık. Eskilerin haklılığını ispat ettiniz.

……..

Son söz:

Biz, dinimizi kutsal bilir; gereğini yaparız.

Şimdi soruyorum:

Samsun’lu Türkçüler olarak, Bizler, misyonerlerle mücadele ederken siz neredeydiniz? AGAPE kilisesinin ışıklı haçından hiç mi rahatsız olmuyorsunuz? Şimdiye kadar ne yaptınız? Türkçülere karşı kullandığınız ağır ve gerçekdışı ifadelerin onda birini onlar hakkında yazabildiniz mi? Türkçülüğe saldırmak, misyonerlerle mücadele etmekten daha mı kolay ve karlı geldi?

Vatikan ve Fransız kilisesi, sizi de mahkemeye verdi mi? Yoksa diyalogçulardan mısınız?

Camileri savunmak için fedâkârlığınızın ölçüsü nedir? Yoksa, “Allah (CC) kendi kitabını, evini ve dinini nasıl olsa korur” diyenlerden misiniz? Üniversite Camii  hakkında açılan kampanyada, sesinizi çıkarabildiniz mi? Yoksa arka kapılardan kaçanların grubundan mısınız? Türkçüler camileri savunurken, siz neredeydiniz?

Okullarda başörtüsü yasaklandığında, ne yaptınız? Öğrenci listesi yapan arkadaşlarınız hakkında ne düşünüyorsunuz?

Biz, 28 Şubat sürecinde, kitap yazıp, “milletin baş örtüsü ile uğraşmayın” derken; bunun için savunma verirken, siz ne yapıyordunuz?

Cuma hutbelerinden çıkarılan Ayet-i Kerime hakkında, ne yazdınız? Yoksa Ulu’l-emr gerekçesine sığınarak, o Ayet-i Kerime’yi de terk mi ettiniz?

Büyüklük Allah’a, benlik şeytana mahsustur. Cenab-ı Allah, biz Türkçüleri ve tüm inananları her ikisinden de korusun.

Bunları yazmak istemezdim. Eleştiriler kişisel olsa, “bana aittir” der ve hiç cevap vermezdim. Ancak, bunca yıldır, din-iman-Kur’an-Bayrak-vatan mücadelesini vermiş ve binlercesi şehitlik mertebesine ermiş camiaya karşı yapılan bühtan karşısında, susma hakkımın olmadığını düşündüm.

Cenâb-ı Allah sizi islâh etsin.

 

Sosyal olun, Paylaşın!
Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

İftiralara cevaptır! için 3 cevap

  1. Mehmet Emre Çelik der ki:

    Allah razı olsun hocam, kaleminize sağlık.

  2. mehmet kulaksız der ki:

    hocam ağzınıza sağlık sizler sayesinde bu aslını inkar eden haramzadeler belki gerçekleri okur veya sayenizde duyarlar hayatlarındaki en büyük dersi almış olurlar sağolun bu değerli bilgileri aktardığınız için

  3. mustafa orhan der ki:

    hocam bu adamlara cevap vermeye bile değmez değerli vaktinizi bu gereksiz ve kendini tarih öğretmeni sanan adamlara harcamışsınız o gazetede acaba hangi özelliğinden ve başarısından dolayı yazmaya başlamış soydı genç olmasaydı kim tanırdı bu zatı acaba

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir