Denktaş’ın Ardından

13 Ocak 2012’de KKTC kurucu cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı kaybettik. Cenaze namazına dost-düşman sayısız kişi katıldı. Hayatı boyunca mücadele verdiği Yunan ve Rum siyasetçiler bile saygılarını gösterdiler. Türkiye’den ve Türk Dünyası’ndan da sayısız kişi ve siyasetçi, rahmetlinin ne kadar doğru, tecrübeli ve ülkesine-miletine aşık devlet adamı olduğunu vurguladılar.

Hep üzülmüşümdür, Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanının veya Cumhurbaşkanının Denktaş gibi olamamasına…

Sayın Denktaş, her şeyden önce, bir Türk devletinin Cumhurbaşkanıdır. Sırf bu konumu nedeniyle her türlü saygıya layıktır. Türkiye’nin Kıbrıs mücadelesinde 50 yılı aşan bir sürede her noktada ayak izi bırakmış bir mücahiddir. Karşısına çıkan sayısız politikacı ve devlet adamının değişmelerine karşın; müthiş birikimi ve uluslararası siyaset tecrübesi ile Türk Dünyasının en değerli liderlerinden biri idi.

Sayın Denktaş, hayat hikayesi, 1924-2012 arasındaki bir çizgiye sığan; gönül ve hayat verdiği mücadelesi, ebediyetleri dolduran bir devlet adamıdır. Takma adı ile “Toros”. Toroslar gibi yüce, Toroslar gibi Türkiyenin güneyinde stratejik ulu bir dağ.. Mehmet Akif’in, ölümsüz dizelerinde anlattığı kişilerden birisi……

“Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?

‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab…

Seni ancak ebediyetler eder istiab.”

Önce o iki tarih arasındaki çizgi……..

Denktaş, 27 Ocak 1924 tarihinde Kıbrıs’ın Baf’da doğdu. İlk ve orta okulu İstanbul’da, liseyi Kıbrıs’ta bitirdi. Hukuk eğitimini İngiltere’de yaptı. Kıbrıs’ta avukat ve savcı olarak çalıştı.

1948’den itibaren Kıbrıs Türklüğünün mücadelesinde aktif rol oynamaya başladı.

1955’ten sonra EOKA ve Enonisle mücadele etti. 1958’de Türk Mukavemet Teşkilatı’nı kurdu. Bundan sonraki hayatı, yer altı çalışmaları, uluslarası hukuk mücadeleleri ve devlet başkanlığı ile geçti. 1970 tarihinde yapılan genel seçimlerde Türk Cemaat Meclisine Meclis Başkanı seçildi. 1983’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ilan etti. 1985-2005 yılları arasında KKTC Cumhurbaşkanlığı görevinde bulundu.

7 Nisan 2005’te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmadı.

Geçirdiği rahatsızlık nedeniyle 9 Ocak Pazar günü Yakındoğu Üniversitesi Hastanesinin yoğun bakım servisine kaldırılan KKTC’nin 1. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, 13 Ocak 2012 günü hakka yürüdü.

Çok değil, sekiz yıl önce idi. 2004 yılında Annan planının uygulanması için engel görülen Denktaş, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler tarafından anlaşmaz-uzlaşmaz-kıbrıs meselesinin önündeki engel olarak sunulmuştu. Onlara göre Denktaş, Türkiye’nin AB’ne girmesinde engel oluyordu. Sanki 40 yıldır AB yollarında koşanların ayaklarını tutup çeken Denktaş’tı. Ankara andlaşmasınının Avrupa ayağındaki sözleri, rahmetli, yerine getirmedi. Helsinki’de, Kopenhag’ta, Türkiye’nin önündeki duvarları çeken; Yunanistan’ı Nato’nun askeri kanadı ve AB’ye alan Denktaş idi. Kıbrıs Rum kesimini AB’ye O kabul ettirdi. Girit’e füzeleri, on iki adalara silahları Sn Denktaş yığdı. Batı Trakya’daki Türk varlığının canına Sn Denktaş okudu. Hatta rahmetli Sn Sadık Ahmet’in ölüm emrini de Sn Denktaş verdi.

Aklıma yine Baki’den bir beyit geldi:

“İnsân odur ki âyine veş kalbi sâf ola

Sînende n’eyler âdem isen kîne-i peleng”

(Gerçek insan, yüreği ayna gibi temiz ve lekesiz olan insandır. Eğer sen de insansan, göğsünde bu kaplan kini ne arıyor?)

………

Zorlaya, zorlaya, tehditlerle, Kuzey Kıbrıs’taki Türk varlığına “evet” dedirtenleri, Rum kesimi şoke etmişti. Rumlar’ın “hayır” oyu vermeleri planları bozmuştu. Bununla beraber, bir takım güç odaklarının gözünde “uysal çocuk imajı” kazanmamızın, “başarı” olduğuna inandırılmaya çalışıldık. Bu sonuçla Türkiye’yi yönetenler, Yunanistan’ın, ABD’nin İngiltere’nin, BM’in 50 yıldır harcamaya uğraştığı ancak başaramadığı, Denktaş Bey’i harcamış oluyordu.

Aradan geçen sekiz yıla karşılık, Rumlar hala eski durumlarını muhafaza ediyorlar. Rum hayranı Kıbrıs Cumhurbaşkanı Talat’ın partisi seçimleri, kendisi de cumhurbaşkanlığını kaybetti. Türkiye Kıbrıs’ta 60 yıldır sürdürdüğü politikalarından tavizler verdi…

O tavizlerin arkası, Kıbrıs’tan asker çekmemiz isteklerine yol açtı. Hatta, sayın başbakanımız açıkladı: “Kıbrıs’tan asker çekebiliriz.” Manası asker çekeceğimiz olan bu açıklamaya, yazık ki, gerekli tepki gösterilemedi.

Zaman Türkiye’yi yönetenlerin hatalarını gösterdi. Kıbrıs’ta karşısına çıkarılan ve sonradan yerine Cumhurbaşkanı olan Talat ve hatta BOP’un eşbaşkanı bile, Denktaş çizgisine geldi.

………

Denktaş’ı canlı canlı gömmeye çalışanların tümü, cenaze namazında, el bağlayıp, safdurdular. Namazını kıldılar. Birçoklarının abdestlerinden şüpheliyim.

Aklıma Baki’nin meşhur beyti geldi…..

“Kadrini seng-i musallada bilüp ey Bakî

Durup el bağlayalar karşuna yaran saf saf”

Ancak, Baki, “yaran”dan bahsetmişti. Söz konusu Denktaş olunca, “düşman” demek daha doğru olurdu. Gerçekten de rahmetlik, ölümünde bile düşmanlarına karşısında el bağlattı.

………………

Hatırlıyorum: 1999 yılı idi… Samsun’da Türk Dünyası Kurultayı toplanmıştı. Rahmetli Denktaş ve Demirel kolkola girdiler. Salon alkıştan yıkılıyordu. Denktaş ne kadar sakin ve mütevazi ise, Demirel de o kadar şova yönelikti. Hemen arka sıramızda oturan yaşlı “amcalar”dan birisinin davudi bir sesle haykırdığını duydum. “Rauf Bey! Alkışlarımızı çalıyorlar.”

Beş altı yıl önce, Denktaş Bey’i Samsun’a davet etmiştik. Üniversitenin toplantı salonunda yaklaşık 1500 kişiye hitap etmişti. O konuşmanın Kıbrıs harekâtı ile ilgili bölümünde aynen şunları anlatmıştı:

“Barış harekâtındayız. Birinci gün. Rahmetle anıyorum; ‘Ersin Paşa Girne boğazına intikal etti.’ dediler. Atladık gittik. Temmuz sıcağında düşen mermilerin sesi ve çıkardıkları tarla yangınlarından başka bir şey yok. Ersin Paşa’dan talimatları aldık. Biraz ilerde paraşütçü bir subay, paraşütünü toplamakta idi. Yanına gittik. Kucaklaştık. Hal hatır soruyoruz.

Konuşma esnasında soruyorum: -Belki de bir subaya hiç sorulmaması gereken bir soru- ‘Bu yangının içine düşerken hiç korkmadın mı, kardeşim?’

Cevabı şu oldu: ‘Sayın Başkanım! Ben üniversite okumuş bir gencim. Batıl itikada ve hurafeye inanmam. Sana söyleyeceklerime sen de inanmayacaksın!.’

‘Nedir?’ diyorum.

Cevapladı: ‘Atladığım anda tüm semâda binlerce- onbinlerce beyaz atlara binmiş 1571’in şehitleri vardı. Ben onlarla birlikte geldim bu topraklara! Korku neymiş, başkanım!….”

Aynı konuşmayı, gece yapılan televizyon programında da tekrarlamış; dahası bu anısını İslam ülkeleri konferansında da anlattığını belirtmişti…

Ölmeden, ölümsüzlüğü bulanlara; ölümü vuslat bilenlere Veysel diliyle selam olsun.

“Ben giderim adım kalır

Dostlar beni hatırlasın

Düğün olur bayram gelir

Dostlar beni hatırlasın

Can bedenden ayrılacak

Tütmez baca yanmaz ocak

Selam olsun kucak kucak

Dostlar beni hatırlasın”

Baki’nin sözlerinin de, kendilerini vazgeçilmez ve tek sananların kulaklarına küpe olması dileklerimle…

“Saltanat tacın giyen alemde mağrur olmasun

Nice sultan börkin almışdur begüm bad-ı hazan…”

(Beyim! Bu dünyada saltanat tacı giyenler mağrur olmasın; Çünkü hazan rüzgarı nice sultan başlığını ve başını alıp götürmüştür.)

Sosyal olun, Paylaşın!
Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir